Ailede, arkadaş ortamlarında, özel ortamlarda, görüşmelerde, otobüste, sokakta, markette… İnsanlar artık daha az yaşıyor.
Hayatımızda ihtiyacını ve eksikliğini hiçbir zaman duymadığımız fakat ortaya çıktıktan ve alıştıktan sonra ihtiyaç haline gelen tuhaf alışkanlıklarımız oluştu. Aşırı dozda sosyal medya ve aşırı dozda mobil bağımlılık bunlardan ikisi.
Foursquare (artık Swarm) ile nerede olduğumuzu bildiriyor, daha önceki gittiğimiz mekanlar hakkında yorumlar yapıyoruz. Twitter’da o an hissettiklerimizi, gözlemlediklerimizi veya bir durum hakkında düşüncelerimizi, isyanımızı, sevincimizi bize tanınan 140 karakter kontörü ile yazıyoruz. Daha samimi olduğumuz eşimiz dostumuzda görsün diyorsak veya 140 karaktere sığdıramadıklarımız için Facebook’u kullanıyoruz. Fotoğraflar Instagram’da, 6 saniyelik anları Vine’da, iş hayatım LinkedIn’de derken Pinterest, Fancy, Youtube, Google+…
Söz sahibini bulurmuş. Sahiplenecek herkese…
Sokaktayken, arkadaşlarımızla birlikteyken kendince bütün sosyal medya ihtiyaçlarını(!) gider. Yaşamdan kop.
Sorsam belki söylemezsin ama kendin gönüllü olarak nerede olduğunu yer bildirimleri ile bildir. Sonra gelen yorumlara laf yetiştir, kimler beğenmiş diye bak. Senin nerede olduğun herkesin umrundaymış gibi bildir yerini, teşhir et kendini. I’m at Starbucks, I’m at İstinye Park, I’m at Alaturka Tuvalet… Foursquare‘da, Major’u olursan bir mekanın hem kişisel kariyerin hem toplum için büyük bir şey yapmışsın demektir. Sanal rozetleride alırsan dünya sana minnettar kalacaktır. Kazancın ile yer bildirimlerin çelişkili olsa da boşver önemli olan farkında olmadığın narsist kişilik bozukluğunun ağrılarını dindirmek.
Twitter‘da malum bir tartışma vardı ya da sen yine tanımadığın, ömrümde sesini duymadığım kişilerle saçma ve gereksiz bir şey paylaşmıştın tabi ki cevaplar var ve mentionlamışlar(!) bi bak ve cevap yetiştir hepsine, cevap yazamam diyorsan retweetle ya da favla(!) ya da bırak öyle.
Haa unutmadan yemek gelsinde fotoğrafını çek, Instagram‘da ve bağlı hesapların olan Facebook ve Twitter’da paylaş ki yediğini insanlar görsün. Olur ya belki inanmazlar. Aynı adımları spor yaparkende yapmayı unutma.
Starbucks‘a uğra, kahveleri güzel buna diyeceğim yok. Üzerinde adının yazdığı kağıt bardağın fotoğrafını çek. Çek ki Starbucks’a gittiğini bilsinler ve bunu fotoğrafla kanıtla. Gidenlerden farkın olmadığını, gitmeyenlerden ise farkın olduğunu göster. Adını bilerek yanlış ver çalışmak zorunda olduğu için senin ve benim gibilerin kaprisini çeken baristaya ve sonra “Adımı ne zaman doğru yazacak bu Starbucks’dakiler :)” yazarak adını bilerek yanlış yazdırdığın kağıt bardağın fotoğrafını hemen paylaş ve espriyi patlat. Birileri beğensin ve kendini tatmin et.
Facebook, herkesin bir arada olduğu ve mahremiyetin biraz sıyrıldığı bir hamam. Amcanın sana söylediğini iş arkadaşlarının duyduğu, ilkokul arkadaşının yaptığı espriyi uzaktan bir akrabanın duyup beğendiği bir hamam. Hayatındaki herkes burada ve yarı çıplak. Fırsat bu fırsat. Kendini farklı göster. Kabasın belki ama korkma, paylaşımların seni en centilmen erkek yapacaktır. Ayrıca vatanı kurtarmanın en bedelsiz yoludur. Ne kadar vatansever olduğunu seni tanıyan herkese göster. Beğenilerini(!) kazan. Centilmen bir vatanserver ol. Bayanlara göz kırp. Sayfa oluştur ve “Atatürk’ü Seven 1.923.000” kişiyi bul vatanı ebediyen muhafaza ve müdafa et. Yetmez öbür tarafa da çalışmak lazım “Allah’ını seven 9999999999 kişi” ara.
Yabancılaş; kendine, insanlarına, mahallene, komşuna, toplumuna, ailene, arkadaşlarına… Kendini tatmin et. Beğenil ve fenomen ol. Ölürsen kaçının haberi olacak? Haberi olanların kaçı üzülecek? Üzülenlerin kaçı cenazene gelecek? Kaçı seni hatırlayacak? Kaçının çay ve kahve muhabbetinde adın geçecek?
* * *
Tamam, bütün bunları yapalım, sosyal medyanın ve mobil yaşamın ölçülü olunduğunda bize katacağı değer tartışılmaz bir gerçek ama bunları yaparken yaşamamız gerekiyor.
Yaşamak sadece nefes alıp vermek değil.
Sokakta bize gülümseyen ve baştan aşağı masumiyet olan minikleri görsek.
“Abi topu atabilir misin?” diyen çocukları duysak, hatta ceza olarak bir penaltı kullansak.
Kaldırımda yürürken karşımızdan gelen ve uzun süredir görüşemediklerimizi fark etsek.
Metroda biz oturup minik ekranlarda muhim(!) işlerle meşgulken ayakta zor duran yaşlıları ve hamileleri fark etsek.
Toplu taşıma araçlarındayken minik ekranlara bakmaktansa etrafı, dışarıdaki hayatı seyretsek.
Elimizdeki mobil ekranlara hapsolmaktansa. Bize oyun yapan köpekleri, bir şey dercesine miyavlayan kedileri de farkedebilsek.
Karşıdan karşıya geçmeye korkan, yürümekte zorlanan yaşlıların, görme engellilerin farkında olsak. Toplantıya veya eve 2 dakika geç kalsak.
Yaşasak…
Tanımadığımız insanları gülümsetsek, insan olduğumuzu ve birlikte ancak bir şey olabileceğimizi fark ettirsek ve bizde bunun farkında olsak.
* * *
Sosyal medyayı kullanmak ve mobil olmak bize güç verir.
İşlerimizi takip etmek, ağımızı genişletmek, satış-pazarlama kanallarını geliştirmek, ürün-proje geliştirmelerinde ses getirmek, kendimiz gibi insanlarla tanışmak, kendimizi ve projemizi tanıtmak, rakip firmaları gözlemlemek, toplumsal tepkileri gözlemleyebilmek veya dahil olmak gibi hem bireysel, hem kurumsal, hem toplumsal, hem ticari, hem yardımlaşma amacıyla müthiş bir güç verir mobil yaşam ve sosyal medya.
Bu gücü kontrollü olarak ve insan olmamızın doğal kurallarını ihlal etmeden, davranış bozukluklarına sebep olmadan, kendi toplumuna ve birbirlerine yabancı bireyler olamadan ve gerçekten yaşamamızı engellemeden, tam tersine yaşamımıza güç katacak şekilde kullansak güzel olmaz mı?
Aşırı doz öldürür. Yaşamanız dileğiyle.